19 Ocak 2015 Pazartesi

Pfalz, Almanya




Pfalz Latince palatium yani saray kelimesinin değişe değişe Almancalaşmış hali. Zamanında Keltlerin yerleştiği bölgeye önce Romalılar, sonra Alamanlar ve Franklar gelmiş. Kutsal Roma-Cermen imparatorluğun'da da bir ayrı bir yönetim bölgesine ait olan coğrafyayı bir dönem Bavyeralılar yönetmiş. Günümüzde Rheinland-Pfalz eyaletinde bulunan Pfalz bölgesi aslında tarihsel olarak Pfalz olarak isimlendirilmiş yerin biraz daha sol kısmında kalıyor. Bunun nedeni de romantik Bavyeralı kral I. Ludwig'in tarihsel isimleri kullanılan halleriyle değiştirme tutkusu olmuş.

Ekim'in başında buraya Triefels kalesini ziyarete ve Neustadt'daki şarap festivalini izlemeye gittim. Kale Pfalz ormanlarının içinde. Sabah erkenden otobüsle yola çıktığımızda etrafta sis vardı ancak ben erken olduğu için sis bulunduğunu ve zamanla açılacağını düşünüyordum. Kaleye yürümeye başladığımızda sis birazcık azalıyor. Ancak ne zaman ki giriş kapısına yöneliyoruz tekrardan bastırıyor. Biz de girişteki baykuşa ilgi göstermeye başlıyoruz.

Kale ya da bir anlamda saray ortaçağdaki orijina halini büyük oranda kaybetmiş. Özellikle Nazi döneminde de bayağı çirkin bir restorasyon geçirmiş. Hitler'in niyeti burayı orataçağ Alman tarihinin ihtişamına örnek bir yer haline getirmekmiş ama planları iyi ki tam tutmamış. Ortaçağ Alman ihtişamı da biraz havada kalacak bir şey her türlü. Kutsal Roma-Cerman imparatorluğunun merkezi bir yönetim şehri olmadığından ihtişamı gömebileceğiniz bir yer de olamış. Bu kale-saray da dönemin krallarının etrafa ben kralım etrfata çok rahatsızlık çıkarmayın yönetimimi tanıyın diye arada ziyaret yaparken gelip konakladığı yerlerden biri esasen. Mevcut haliyle kalede imparatorluğun krallarına ait taç, asa gibi hazinelerin replikaları sergileniyor. Kale en çok Aslan Yürekli Richard'ın III. Haçlı Seferinden dönerken Avusturya Dükü tarafından kalede tutsak edilmesiyle tanınıyor. Kalenin en üstüne çıktığımızda sisten göz gözü görmez duruma geliyor. bir on dakika bekleyince sis dağılmaya başlıyor ama bizim için de ayrılma vakti. Ancak ben ormanlık alanda sis sevdiğim için güzel hislerle iniyorum kale yolundan. Aşağıdaki ormanda da diğerlerini beklerken kestane toplayıp ağaçlara isim çiziktiriyorum. 

                                                 Pfalz ormanlarına kalenin girişinden bakış
                                  Kalenin girişindeki buldozerle bile yerinden edilemeyecek baykuş 


Fotoğraf hevesindeki gençlerin gördüğü tek şey sis sis sis


Sis dağılmaya başlıyor

                                                      Güzel görünüyor ama yedim tatsızdı


Kaleden Neustadt'a şarap üreticilerinin festivalini izlemeye gidiyoruz. Rehber festivali kendiniz de izleyebilirsiniz diye bizi salıveriyor. Ben de otobüsten yeni edindiğim İtalyan arkadaşla festivalden önce yemek yemeye karar veriyorum. Gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda güler yüzlü garsona şehrin en geleneksel yemeğini soruyorum ve sipariş ediyorum. Yanına da bir bardak yeni şarap istiyorum. Yemek şaşırtıcı derecede lezzetli ve ucuz. Şarap da buranın gleneksel bardağında geliyor. Daha sonra Türkiye'den bir arkadaşa bardağı gösterdiğimde ee bu bizde de Paşabahçe' de var ki olayı ne diye tuhaf tuhaf bakmıştı. Pfalzlılar geleneksel bardaklarını bizden çalmayacağına göre tasarım benzerliği düz arkadaşım demiştim. Yemeğimizi bitirdiğimizde estival başlamış oluyor. Festival dediğim üreticlerin kostümlerle ve ürünlerle belirlenmiş bir güzergahtan yürümesi. Aslında bir çeşit 23 Nisan müsameresi gibi. Festival alanında da bardaklarda yeni bira satılıyor. Almanya'da böyle festival gibi ayakta içme durumlarında bardağa da para ödeyip içeceğinizi alıyorsunuz bardağı geri verirseniz paranızı veriyorlar. Birçok turist de hatıra olsun diye bardağı vermiyor. Bu arada aklıma Romalı bir yazarın Alman kabileleri hakkında kullandığı tembel sıfatı geliyor. Almanlar götü başı yayayım, verimli çalışmayayım anlamında değil ama bir anlamda tembeller bence. Yaşadığım şehirde dükkanlar erken bir saatte kapanmasına rağmen o saati bile beklemiyorlar. Bir neden çıksın da toplaşalım bira içelim diye etrafı kolluyorlar. Herhangi bir insan topluluğu yatacak olayda yani bunun gibi festival, sıradan semt pazarı durumunda bile bir masada içip muhabbet ediyorlar. Arabanın bulunuş ve gelişimine en çok Almanların katkısı olduğunu da unutmayalım. Adamlar rahatına düşkün. 

Şimdi bira memleketi olan yerde şarap festivali ne alaka diyenler için Pfalz bölgesi en çok Alman şarabının üretildiği yer. Zaten Fransa'ya yakın da bölge. Burada önceden de üzüm yetiştirilse de Romalılar şarap üretimi için burayı zamanında ehlileştirmişler. Weinstrasse denen bölgede uzun yollar halinde ve düzenli üzüm asmaları var.

Neustadt


Geleneksel bardağında yeni şarap

                                                         En bi geleneksel alman yemeği

Kamyonlar kabak taşır. Festivalde.


Beş para ver beş para ver beş para yoksa on para ver

                                                        Weinstrasse'nin asmaları


Festival'den otobüse dönerken festival göstericilerinin halka attığı şeylerden biri önüme düşüyor. Bakıyorum bir bankanın sponsor olduğu market çantasıymış. Yol üstünde elma ağaçlarına gözüm ilişiyor. Dibine biraz elma düşmüş gidip iyisinden iki tane alıyorum çayırların içinden. Silip kurtlu yeri atıp yiyorum çünkü epey lezzetliler. Dalından meyve her daim lezzetlidir. Son durağımız St. Martin'de bir şarapçı. Mekandaki masalar öğrenciler şarapları denesin diye düzenlenmiş. 10 adet şarap seçilmiş. Ben şarap içmeye yeni başladığım için bardağıma konan şarabı görgüsüzce diğerlerinden çabuk bitiriyorum. Çünkü sıkılıyorum. Pembe şaraptan hiç hoşlanmıyorum. En çok beyaz şaraplardan birini seviyorum. Peynir kemirip duruyorum. Yol boyunca sohbet ettiğim İtalyan arkadaşım başka bir arkadaş buluyor ve sırf Almanca patiğini geliştirmek için sıkıcı basit konular konuşuyor. Daha da çok peynir kemiriyorum. Sabah yedide ayrıldığım şehre akşam ona doğru yorgunluktan bitik bir şekilde dönüyorum.

                                                            Peynirler iyiydi.








23 Eylül 2014 Salı

Almanya, Speyer

    Buradaki okulun lisansüstü öğrencileri için düzenlediği geziler var. Normalde yalnız gezmeyi severim ama neden bu tarz gezilere katılmayayım diye düşündüm. İlk gezi Speyer'e. Almanlar Şpeyea diyorlar. Hava durumu yağmurlu gösteriyor gezeceğimiz günü. Pazar sabahı dokuzda grupla buluşuyorum. Tren 9:13'te. Almanya'da böyle küsurlu saatler normal ve gerçekten belirtilen saatte gelip kalkiyor toplu taşıma araçları. Heidelberg'den Speyer'e S-Bahn yani hızlı olmayan bizim banliyöler gibi bir trenle 45 dakikada gidiliyor. Trenden inip merkeze ulaşmak 15 dakika civarı. Gruba rehberlik edecek beyaz Niçe bıyıklı amcayla saat kulesinin önünde buluşuyoruz. Bunca senedir kendi imkanlarım dahilinde gezerim ama galiba ilk kez resmen iyi bir rehberi dinleyeceğim. Rehber amca önce şehir hakkında birkaç önemli bilgi veriyor. Roma burada bir sınır garnizonu kurmuş (bölgenin tarihi çok daha eski ama o kısımlara ayrıntılı değinmiyor) ve Ren nehrinin diğer yakasındaki bir boyu istihbarat için kullanmış. 11. yüzyılda Kutsal Roma Cermen imparatorluğu döneminde II. Konrad gücünün simgesi olarak buraya büyük bir katedral yaptırmak istediğinde şehrin nüfusu da artmaya başlamış. Şehrin o dönemdeki sınırlarından birisi önünde durduğumuz saat kulesiymiş. Kulenin görünüşünden üç farklı dönemde elden geçtiği anlaşılıyor. Rehber bize ilk halinin bir çizimini gösteriyor ki bu yüksek olmayan kuleden hemen orta çağ havası alabiliyorsunuz. Kulenin duvarında iki saat var. Birisi sadece saati gösteriyor. Rehberin dediğine göre eskiden insanlar için dakikanın pek de önemi yokmuş. Ne zaman ki kasabadan tren geçmiş insanlar dakikaların onemini fark etmiş ve aşağıya bir de dakikayı gösteren saat eklemişler. Rehberimiz tez canlı olduğundan ona yetişmek içim kuleyi öylesine çekebiliyorum.

                       Saat Kulesi                         

Henüz masalarını caddeye doğru atmaya başlayan kafelerin arasından geçip Dreifaltigkeitskirche'ye, şehrin en eski protestan kilisesine gidiyoruz. Yolda rehber belediye başkanının önceden kullandığı binayı gösteriyor. Barok tarzındaymış ama zamanla burası küçük geldiği için sigorta şirketinin büyük binasına geçmiş. Bir sigorta binası o dönemde niye o kadar büyük olur anlamadan ilerliyorum. Şehirde ünlü büyük katedral dışında bu protestan kilisesinden başka kiliseler de var ama rehberin burayı seçmesinin bir nedeni olmalı. O nedeni söylememekle birlikte kilisedeki ilginçlikleri söylüyor. Normalde kilise organları arkada(yani giriş kapısının o tarafta) olurken burada ön kısımdaymış. Tepede dini bir takım tasvirler var. Rehber espri yapmaya çalışıyor. Eğer Adem-Havva Çinli olsa cennetten çıkmazmışız. Niye? Çünkü yılanı yerlermiş. Kiliseye gelenlerin oturduğu yerdeki ilk beş sıra da değişik. Normalde oturulan yer tek taraflı iken bunlarda bir tane de karşıda sıra var. Söyelenen göre rahip camilerdeki mimber gibi bir yere çıkıp vaaz verdiğinde başlarını çevirip boyunları tutulmasın diye diğer sıraya geçiyormuş o bölümde oturan dinleyiciler. Çünkü vaaz yeri sıraların biraz ortasına denk geliyor. Kilisenin dışına çıktığımızda yapının barok olduğunu görüyoruz. Ancak bu kilise Fransızlar tarafından 18. yüzyılda şehrin yıkılmasından sonra önceki kilisenin yerine yapılmış. Kilise çan olarak da önceki kilisenin ayakta kalmış çan kulesini kullanıyor. Kule biraz uzakta ama bunu pek umursamıyorlar. Gruptan neden yeni kilise çanın yanına yapılmamış diye soru geliyor. Nedeni kulenin çevresinin diğer bölümler yıkılınca bir dönem hastane olarak kullanılması yeni kilisenin bitimine doğru paraları olmadığı için o kuleyi kullanmaya karar vermeleriymiş. Rehber kilisenin kapısının üstündeki katedralli kitabeyi gösterip protestan kilisesinde katolik katedrali ne alaka dediniz değil mi diyor. Nedeni şehir idari yapılanmaya gidince simge olarak katedrali seçmesiymiş.


                                                Teslis Kilisesi ve çiftçinin sunum anlayışı

Ve şehrin en bilinen yapısı Sepeyer katedraline ilerliyoruz. Katedralin şehre bakan bölümünün yenilendiği hemen belli oluyor. Ancak yaklaşık 950 yıllık yapının yenilenen ve değişen kısmı tek orası değil. II. Konrad katedralin yapımını istemesine rağmen bitişini ne o ne de oğlu göremiyorlar. Ancak ikisi de kilisenin zeminine gömülüyorlar. İlk yapı saat kulesinin ilk hali gibi tam bir ortaçağ izlenimi veriyor. Kilisenin açılışına çocuk imparator olarak iştirak eden torun daha sonra kilisenin üst kısımlarına galeriler ekletiyor ve genişletiyor. Kilise günümüzde bile romanesk tarzın en büyük yapısıymış. Kilisenin ilk zamanlardan kalan kısmındaki doldurulmuş niş gibi görünen kısımlara dair rehberin açıklaması benim de yıllardır kafamdaki soruyu çözdü. Aslında çok basit. Doldurulmuş pencere gibi görünen o yapılar henüz acemi olan taş ustası adaylarının nasıl niş yapacağını öğrendikleri denemelermiş. Yapının bazı pencereleri süslü. Rehberin söylediğine göre süs kısımlarını İtalya'dan gelen ustalar yapmış olmalıymış. Normalde kilisenin çevresinde manastır gibi ek yapılar da varmış ama Fransızlar onları da yıkmış. Sadece o kompleksten bir heykel anıtı bırakmışlar. Kilisenin hemen arka kısmında ufak bir iki başlı kulecik kalıntısı var. Burası da şehrin diğer ucuymuş eskiden. İki başlı olmasının nedeni ise tek kişinin geçebileceği darlıktaki iç merdivenler nedeniyle acil durumlarda birini iniş birini çıkış diye kullanılması diye tahmin ediliyormuş. Kilisenin duvarlarında bir de orta çağ el yazması kitaplarındaki adamlar ve hayvanlara benzeyen bir kabartma var. Muhtemelen Tevrat'tan esinlenen bir Alman ustanın kaba işlemesi. Rehber pencerelerin bu tarafta 12 olan sayısıyla ilgili de mistik açıklamalar veriyor. Sonra ise 1689'da Fransızların şehri yakması kısmına geçiliyor. Şehri yakma emrini vermekle görevli komutan şehir halkına katedrale dokunmayacağını eşyalarını oraya götürebileceklerini söylemiş. Halk da mobilyalarını yüklenip buraya doluşmuş. Ancak şanssızlık eseri şehir ateşe verilince ortaya çıkan fırtına alevleri katedralin çatısına sıçratmış. Halkın mobilyası yandığı gibi çatı da çökmüş. Rehber katedralin içine girmiyor ama önündeki taştan tasla ilgili bir açıklama yapıyor. Onun tabiriyle orta çağın haydutları olan rahipler bilindiği gibi imparatorluklardan önce şehirlerin ekonomik ve idari de yöneticisiydiler. Katedraldeki konutunda yaşayan baş rahip vergilerini şarap olarak almaktaymış. Yalnız yeni hasattan sonra gelen şaraplara yer bulamamak gibi bir sorun da yaşıyormuş. Bunun üzerine şehirde yılın belirli dönemlerinde şarap satıcılarının satış yapmasını yasaklayıp sadece kendisinden alınmasını istemiş. Halk da bu duruma illallah diyormuş tabi. Dini sınıf şehirdeki yönetim hakkını kaybedip kendi ruhani alanına çekilmek zorunda kalınca halk da yeni atanan baş rahibin göreve başlamadan önce katedralin önündeki büyük tası şarapla doldurup bedava dağıtmasını istemiş. Bu gelenek hala devam ediyormuş. Sadece hijyenik nedenlerle içeriye taş tasın büyüklüğünde başka bir kap konuyormuş.

                                                              Speyer Katedrali

Rehberle son durağımız eski Yahudi bölgesi. Rehberin dediğine göre haydut olduğu gibi çakal da olan rahipler burada bir Yahudi yerleşiminin ilk adımını atmış. Çünkü katedralin bitmesi için paraya ihtiyaç duyuluyormuş. Taşların uzaktan geldiği için onun masrafı bile çokmuş. O dönem zengin olan Yahudileri buraya davet edip bazı ayrıcalıklar vermiş. İbadethane, yerleşim, özel mahkeme gibi avantajlar dışında koruma için de ekstra vergi almış Yahudilerden. Fransızların şehri yakınca Yahudi bölgesi de yerle bir olmuş. Sinagogun bazı duvarlarından kalıntılar var. Sinagog ilk önce erkekler için yapılmış ama sonra yanına kadınlar için de bir bölüm eklenmiş. Küçük pencerelerden kadınlar da ibadeti dinleyebilir olmuşlar. Sinagogun hemen yanındaki mikveye geçiyoruz. Doğrusu benim mikve denen şeyden haberim de yok. Öğrenmek ilginç oldu. Rehber öncesinde Speyer halkının Yahudilere uyguladığı pogromlardan bahsetti. Baş rahibin davetinden birkaç yıl sonra bile pogromda Yahudiler öldürülmüş. Şehirdeki ortalama bir yahudi ortalama bir hristiyana göre daha iyi giyimli (yani zengin) ve daha temiz olduğu için kıskançlık da pogromun diğer nedenlerini etkiliyormuş. Hristiyanlar neden bulmakta da çok zorlanmıyorlarmış. Suyumuza zehir katıyorlar. Katmadığını nasıl ispat edeceksin ki? Ya da kara veba onlardan daha hijyenik olmasına rağmen yahudilerin üstüne atılıyormuş. Rehber özeleştiri verip pogrumcu sadece Hitler değildi tüm bunlar oldu diyor. Mikveye merdivenlerle iniliyor ve mikve sırası beklemek için küçük oturulacak yerler var. En aşağıda bir de soyunma odası var. Kadınlar ve erkekler ayrı günlerde geliyormuş. Mikve ritüeli arınmak isteyen Yahudiler içinmiş. Orta çağ gibi bir dönemde haftada birden fazla geliniyormuş buraya. Biraz bizim gusüle benzeyen nedenlerle de geliniyormuş ama amaç yıkanmak değil öncesinde dışarıda iyice yıkanıp temizlendikten sonra suya dalıp arınmakmış. Kadın erkek herkes girmek zorunda olduğu için hijyene dikkat ediyorlarmış. Mikve'nin suyu da herhangi bir su olamıyormuş kaynak suyu gibi özel kategorileri varmış. Bir de sadece insan için değil başka şeyleri de arındırabiliyormuşsunuz. Yahudisiniz ve mutfakta yanlışlıkla et ürünü için kullandığınız kaba süt ürünü mü koydunuz? O kabı atmanız gerekiyor galiba. Ama bir dakika, kabı iyice temizleyip mikveye daldırırsanız tekrar kullanabilirsiniz. Hadi yırttınız. Mikvenin suyu da pek sıcak sayılmaz çünkü kaynaktan gelen suya ısıtma işlemi olmadan kışın da girmek zorundasınız. Biraz zor değil mi?

Rehberle mikveden sonra ayrılıyoruz. Gezi boyunca benimle konuşan Çek bir arkadaş var tren saatine kadar onunla takılalım diyoruz. Ben önce katedralin içini de görmek istiyorum ama pek etkileyici bulduğumu söyleyemem. Ben alt kattaki kral mezarlarına bakmak istiyorum ama arkaşım gönülsüz. Ben bilet alıp hemencecik geziyorum ama arkadaşımı dışarıda bulamıyorum. Biraz arayıp vazgeçiyorum ve şehrin meydanına kurulan pazara dalıyorum. İlgimi en çok çekenler değişik değişik kabaklar ve enginarları çiçek gibi alıp götüren kadınlar, patetesten ve biberden küçük çelenkler oluyor. Bir de burada insanlar pazar kurulunca pazarda yemek yemeye geliyorlar. Yeni yapılmış şaraplar, sosisler falan bunlar için ayak üstü masalar var. Pazarda arkadaşımı buluyorum bana haber vermeden ayrılmış, beni yanlış anlamış. Bari gidiyorum de değil mi? Özür diliyor ve onunla devam ediyorum. Ren nehrinin yakın olduğunu söylüyor ben de merak ediyorum ve bakmaya gidiyoruz. Ren Neckar'dan daha temiz bir nehir. Nehrin kenarında bir kafeye oturuyoruz ama vaktimiz azaldığı için ben kahvemi bile alamıyorum. Hava durumu tahmini de kendini doğruluyor ve çılgınca yağmur başlıyor. Trene yetişelim diye acele ediyoruz ve şemsiyeye rağmen donuma kadar ıslanıyorum. Üstelik tam vaktinde gelen o tren arıza yapıyo bir de öyle bekliyoruz. 


Ren nehrine giderken evler


30 Ağustos 2013 Cuma

7-tahran



bayramin ikinci gunu ve tahran'da vaktinde kacar hanedaninin kullandigi golestan sarayi'na gidiyorum. saray kapali carsi'nin hemen yakininda.  etraftaki dukkanlar hep kapali. agaclardan midir nedir saray sanki tahran'in gobeginde degil de havasi temiz bir yerde gibi. duvarlar hep renkli ve suslu, icerisi modern sekilde dosenmis. begeniyorum burayi.




golestan sarayi

arkadasim fransa vizesi alacak ve ogle yemegini civarda yemeyi teklif ediyor. kurstan cikinca otobuse binip adresi ariyorum. velime isimli esnaf lokantasi tadinda bir yere gidiyoruz. kapida sira var. yiyecekler gorece ucuz ve taze oldugu icin boyleymis. ben baklali ve etli pilav aliyorum. yine yarisini yiyemeyip paket yaptiriyorum. ogle vakti cokca yemek pek aliskanligim degil. arkadasim vizeyi aliyor. seviniyor cunku sevgilisiyle 40 gunluk bir yuruyuse gidecekler fransa'da. 

bugun tahran'in bazar-i bozorg'una yani kapali carsisi'na gidecegiz. kurstaki okuma metninde de epey bahsedilmisti. biz de meraklandik. yine iki arkadas ayarlayip onlarla dusuyorum yola. carsinin cevresinde felafelcilerin oldugunu duymustum. felafel sevdigim icin ekmekleri kotu olsa da yemek istiyorum. carsiyi buluyoruz ama giristeki altincilar disinda cekici bir yani yok. geleneksel bir sey satilmiyor. buradaki unlu serefu'l-islam lokantasina gidelim diyoruz ama yemekleri bitmis. carsinin yan kisminda bir yapi var. mescid sanirim. oraya fotograf cekmeye gidiyoruz. avluda iran'in tipik cadorundan degil de carsaf giyinmis ve sunnet cocuguna takilan kirmizi kusaklardan on kismina gorevli yazisiyla gecirmis iki kadin geliyor ve bana uzun kollu ve uzun kiyafetimin on dugmeleri acik oldugu icin kiziyorlar. ayip ayip burasi mescid diyorlar. anlamamis gibi yapip kaciyorum. icimden burasi avlu dostum ne mescidi diyorum. kendimi bir an persepolis filmindeymis gibi hissediyorum. carsida ben kolye secerken arkadaslardan biri mizmizlaniyor. benden ayriliyor ve uyumaya gidiyorlar. ben de biraz daha dolasip cikista gelirken gozumun takildigi mantar ve peynir soslu hatdagdan aliyorum. sirf meraktan. ac degilim ve iki isirip cantama koyuyorum. buradan lale park'a gecip arkadasimla bulusacagim. oncesinde metroyla bahar caddesi'ne gidip kiyafet bakiyorum. lale parkinin yakinindaki tahran universitesi'nin yurdunda kalan kurstaki sinif arkadasim yurttaki azeri arkadaslarina bulgur pilavi pisirmis ve parkta yiyorlarmis. gunduz ona bulgura patates koymasini soylemistim. oyle de yapmis. normalde bu pilavla pek ararm yok ama patatesli oldugu icin yiyorum. 

burasi avlu

tejris meydani'nin yakininda saadabad sarayi var. bugunku dersten cikisi da ona ayirdim. yine yanima yoldas buluyorum. yolda zaman muzesine de ugruyoruz. muzede bir gorevli bizimle epey ilgileniyor ve kendi yazdigi hatlari hediye ediyor. ramazan bittigi icin bu sefer muzenin kafesi acik. oturuyoruz. 

muzeden sergide saat


saadabad sarayi'nin bahcesi cok genis. bazi yapilar ziyarete kapaliymis. her binaya ayri ayri bilet almak gerekiyor. uc bes tane bilet alip giriyoruz. sadece sol kismini gezebiliyorum. cunku vaktim yok eve gitmem gerekiyor. zaten siraz'dakine benzer sekilde yine dizlerimin gucu cekiliyor ve dinlenmem gerekiyor. gezdigim yerler de pek aman aman gelmiyor nedense. pehlevi sahi yerde yatiyormus onu ogreniyorum. yatak odasina muzeye donustukten sonra is olsun diye bir tahta yatak koymuslar sonradan. 


saadabad sarayi

saraydan cikip eve yetisiyorum. evimizde isvicre'den bir misafir var. o da farsca icin buralarda. ben artik gedikli misafir oldugum icin ona caylak gibi davraniyorum. isfahan'da ozel ders almis gitmeden de eski dostunun evine ugramak istemis. arkadasim bu isvecli amcayi(cunku yasi var bayagi) daga cikarmak istiyor ve beni de tekrar davet ediyor. ben de daga cikmam ama restoranlarin orada eglenirim diye kabul ediyorum. dereke'de beni asagiya birakip onlar gidiyorlar. benim niyetim nargile icmek ve kursun son haftasi da olsa birazcik farsca calismak. kitaplarimi da yanima aliyorum. ac degilim ama nargileden once yesem iyi olur diye arkadasimin tavsiye ettigi spu isimli restorana gidiyorum. ekmekleri sahiden cok taze ve guzel. dereke'de restoranda calisanlarin cogu iran azerisi. benim garson da oyle. menuden bir kelime soruyorum ve "o sumuk" diyor. arkadaslarina gidip turkiye turkcesini soruyor meger kemikmis. keske sormasaymisim. siradan kebap aliyorum ucundan tirtiklayip paket yaptiriyorum. buradan ust kisimdaki sakin yerlerden bir restorana gidip nargilemi istiyorum. ama tadi garip. pek keyif alip ictigim soylenemez. farsca zamanlari calisiyorum. vakit geciyor ve arkadaslarim geliyor. eve donuyoruz.

son saray ziyaretimi de yezd'e gittigim arkadasimla yapiyorum. niyaveran sarayi'na gidiyoruz. bu sahlik doneminin son sarayi oldugu icin ozellikle bakimsiz gibi bir hisse kapiliyoruz. her yapi farkli tarzda yapilmis ama ici 20. yuzyil. bu yuzyilin kral olmak icin yanlis bir zaman oldugunu dusunuyorum.  cok siradan odalar. insanlar oyle dusunmuyor olmali ki prenses sureyya'nin tablosunun yaninda fotograf cektirip mutlu oluyorlar. buranin kafesinde de biraz soluklaniyoruz.

niyaveran sarayi'ndan bir bina


bugunu arkadasima ayirdim. ben yemek icin internetten okudugum hotel naderi'ye gitmek istiyorum. yolda konusyoruz. iran filmlerinde nicin bu kadar cok arac sahnesi oldugunu anliyorum. mesguliyetten benimle de genelde hep arabada konusuluyor. burasinin da yemeginin cogu hatta ekmegi bitmis. ama menusu zengin sayilir. borc corbasi bile var. tahran'in en eski restoranlarindanmis. garsonlarin bile elleri yasliliktan titriyor. ekmek olmadigi ve icecegi soguk getirmedikleri icin pek yiyemiyorum. bunu da paketletiyorum. arkadasim kilden heykeller yapiyor. bazen alcidan. son sergisinin oldugu hane-i hunermendan'a gidip belge aliyor. ben onu beklerken sergileri geziyor ve hediyelik kisminda alisveris yapiyorum. sonra kafesine oturuyoruz. buradan da biraz erken kalkiyoruz cunku hindistan gunu varmis oraya gidecegiz. hindistan gunu bizim kursun hemen arkasindaymis. daha dogrusu kurs binasi dehkhoda isimli dil bilgininin buyuk evinin devlete bagislanmis bir parcasiymis. evin diger kisimlari da yine kultur merkezi olsun diye bagislanmis. 

taa ilk gunlerde sehname ve hafiz okumasi icin gittigimizde dinledigim mursidin zurhanesine gidecegiz bugun. zurhane guc evi gibi bir anlama geliyor. eski yunan gymnasiumu, pehlivan okulu, tekke ve dans evi arasi bir sey. normalde seyirciye acik degilmis ama cocuklarin gosterisi oldugu icin bir gunluk bir seyir varmis. yerlerimizi alip izliyoruz. cocuklarin hepsi erkek ama en son bolumde kucuk bir kizcagiz da katiliyor. cocuklar her asamadan sonra sonuna "ya ali" ekleyerek salavata benzer bir sey okuyorlar. gosterinin sonunda yemek de veriliyor. 

tahran zurhanesi

son haftam. kurs henuz bitmeyecek ama ben ayrilacagim. mucevher muzesine gitmek niyetindeyim. turkiye buyukelciligi'nin tam karsisinda bir bankanin alt katindaymis bu muze. ekstra guvenlikten gecip giriliyor iceriye. elmaslar guzel. buradan herkesin ilk haftalarda gezdigi azadi meydani'na gidiyorum. sah zamaninda yapilmis azadi kulesi modern mimari ile islam mimarisinin unsurlarini meczetmis deniyor. azadi meydaninin yanindaki otobus duraklarindan milad burcuna gidiyorum. iran da bircok ulkenin en buyuk kule benim ulkemde yarisina katilmis birkac yil once. sanirim dunyadaki en uzun altinci kuleymis. konbed dedikleri en ust kubbesine cikmiyorum. biraz daha asagilardaki kattaki kafeye gidip dondurma yiyor etrafi izleyip ayriliyorum.


azadi meydani ve kulesi

yakindan kule

milad kulesi


kuleden gorunen elborz daglari, binalar ve yollar


metroda ayagimda bir aci hissediyorum. bir bucuk aydir terlikle dolastigim ayagimi sonunda kanattim. seke seke arkadasimla bulusup ona yuruyus icin spor kiyafet bakiyoruz. pazar gunu son mesnevi okumasini dinleyecegim. oncesinde gruptaki arkadaslardan biri bizi yemege davet ediyor. ben yine bir eve davetliyiz diye hediye olarak buyuk bir pasta aldim. oysa restorana davetliymisiz bana guluyorlar. veliasr caddesi'nde nayeb restoran'a gidiyoruz. corbasini begeniyorum. ortaya karisik bir kebab geliyor. kebabi da guzel. evdeki okumada da benim pastayi yiyoruz. ertesi sabah son kez kursa gidiyorum. azeri kantinci basindan beri bana kibar davraniyordu bu sefer ayak parmagimi kremliyor ve eczaneden aldigim sargi bezini sariyor. bunlari gizlice yapiyor cunku bana dokunmasi kurs yonetimince hos karsilanmazmis.  

kantinci cok iyi japonca konusuyor. bir muddet japonya'da yasamis zaten. niye kantinde calistigina sasiriyoruz. universite mezunu taksicilere sasirdigimiz gibi. iran'da maaslar cok dusuk. ve rusvet dondugu soyleniyor. taksicilik daha iyi para getiriyor. meshur iran cok ucuz lafinin soyle bir dogrulugu var. insanlarin cok ucuza yasayabilecegi bir standart da olusmus. cok kalitesizce. su idaresine bagli bir kuafor gayri resmi ve cok ucuza halka hizmet veriyor mesela. gunluk pazar denilen yerde satilan seyler bizim semt pazarlarinda satilmayip fakirlere birakilan kalitede. temiz olmayan bufelerde cok ucuza yemek bulabiliyorsunuz. yiyebilirseniz tabi.

ben iran seyahatime ciktigimda gezi olaylari devam ediyordu. gittigim icin biraz uzuldum. normalde planladigim hazirliklari pek yapamadan bavulu toplayip ciktim yola. orada olaylari izlemis kisiler vardi. (onlara gore) durduk yere boyle bir sey cikmasina biraz sasirmis biraz da sevinmisler. ben de disaridan biri olarak iran'i gozlemlemeye calistim ama son yillardaki iran'a yakin cografyada olanlar iran hakkinda keskin yargilarda bulunmami engelliyor. misir'a husnu mubarek devrilmeden once gitmistim ama mubarek'i istifa ettiren olaylari beklemiyordum mesela. turkiye'de gezi olaylarini da beklemiyordum. iran'da da beklemedigimiz seyler olabilir. halkin ve devletin ayri bir gundemi var genel olarak iran'da. burasi musluman olmayanlarin bile kutsal topraklara girmis gibi basini kapatmak zorunda oldugu bir yer. ben oradayken rusvet ve gorgusuzlugunden biktiklari ahmedinejad yerine en azindan konusmayi biliyor diye molla gorunuslu ruhani'yi secmislerdi. herkes evinde ya turk dizisi ya da uydudan avrupa'da program yapan farsca kanallari izliyor. kendi dizileri de var elbette. dizide banyodan cikan genc kiz bornozunun altindan her herini kapatmis halde gorunuyor. karisiyla kavga eden adam icki imasi yasak oldugundan arkadaslariyla sigara ve nargile icip sarhosmus gibi yapiyor. absurd her sey. absurdluge mecbur gibiler. neden bilmiyorum cok fazla banka var. ama hicbirisi yurt disiyla is yapmiyor. ben de arkadasima borcumu istanbul'dan simsar yoluyla odemek zorundayim. tum bunlarin ustune bir de ambargo. amerika suriye'ye savas acarsa iran'in sicak catismadan uzak kalmasi zor. rejime bagli halk kesimi belki savasa kosar ama cogunlugun savas ister gibi bir hali yok. muhalefet olmadigi icin anlamak da kolay degil. sadece tahran'daki tum binalara, metro istasyonlarina, alanlara islenmis iran-irak savasindan kalma sahneler ve temsiller insanlarin cogundan uzak gibi.

bir film tavsiyesi ile bitireyim. gitmeden once izlediklerim icinden en begendigim film. daryus mihrjuyi'den 1969 yapimi gav. iran erkeklerindeki kadina karsi gizemli umarsizliginin, bir dagin kovugunda sakli ve imdada kosmasi icin gidilen dinin, saplantinin ve dayanismanin topluma dair ipuclari. eslam sen ne yapiyorsun?

gav(the cow) filminin afisi














6-tahran, kazvin, tebriz

kursa yolculuktan yorgun argin dondugum icin genelde odevlerimi yapamiyorum. oysa bir suru renkli kalem ve guzel bir defter almistim calisirim diye. dersten sonra arkadasimin onceden bahsettigi ermeni kilisesine gidiyorum. yanima da kurstan bir iki arkadas aliyorum. kilise saat 2'de aciliyormus. biz de etraftaki hediyelik esya satan dukkanlarda vakit gecirelim diyoruz. mabed isfahan'dakine nazaran epey sade. arkadaslar kilisenin icinde fotograf almak isteyince mumlari temizleyen amcadan feci bir azar isitiyorlar. gordugum en sinirli kilise calisani. lord isimli pastaneden ketelerimizi alip ayriliyoruz. iki hafta once kurstan milli kutuphaneye gitmek icin bir belge istemistim. daha yeni cikiyor. arkadaslardan biri kutuphanenin mudavimi olmus durumda. onun pesine takilip ben de bir arkadasla gidiyorum. venek meydani'ndan ortak taksi tuturak gidiyoruz. meydana cok uzak sayilmaz. yeni bir bina burasi. ancak iceri girmemiz epey suruyor bir suru prosedur isliyor. saat iki olmadan bircok memur cekip gitmis bile. bir daha gelmeye pek vaktim olmayacagi icin sinirlenmiyorum. kitaplarin oldugu bolum modern bir sekilde duzenlenmis. ama burada bile kadinlar ve erkekler ayri masalara oturmak zorunda. sanat bolumune yonelip birkac kitap seciyor ve onlara daliyorum. kutuphanede kucuk bir market mevcut. ramazan nedeniyle kafe kapali. o da kapanacakmis diye markete aceleyle gidiyoruz. kiyida kosede yemek yiyenler var. 

ertesi gun bir adresi ararken kursun arkasindaki sokaklarda muzik muzesi'ne denk geldim. gayet guzel duzenlenmis bir muze. size verdikleri bir alettten sazlarla ilgili bilgi yaninda ornekler de dinleyebiliyorsunuz. alt katta da bir atolye var. yazik ki vaktim yok ve hizlica ayrilmak zorundayim. arkadasimin dogum gunu oldugu icin bir aksam annesi bizi yemege davet ediyor. kendisi turk dizilerinden turkce ogrenmis soylediklerimi anlayabiliyor. yine dizilerden turkce ogrenmis bir baska hanim da arkadasimla beni evine davet edip lezzetli yemekler ikram etmisti. kocaman tebriz koftesi en guzeliydi. arkadasimin annesi ise turk yemeklerine merakli. menuye izmir koftesi de eklemis. diger yemekleri cok lezzetli ama bu kofteyi yapamamis. caktirmiyorum. 

arkadasimin annesinin visneli, safrana bulanmis tavuklu pilavi

bu hafta son sehir disi gezime cikicam. istikamet kazvin ve tebriz. turkiye'de bir kitaptan kazvin'de iki eser gormus ve cok begenmistim. sirf bunlar icin gitmek istiyorum kazvin'e. nedense tum sehir o eserlere uygun donatilmis gibi bir hulyadayim. arkadasim kazvin'de gece icin beni agirlayacak bir tanidigi oldugunu soyluyor. kazvin, tebriz yolunun ustunde. kurstan cikinca kazvin'e ertesi sabah da tebriz'e giderim diyorum. bu sefer yalnizim ve azadi otobus terminaline gidiyorum. kazvin otobusunun kalkmasina cok var. ortak taksi tutmaya karar veriyorum. sehirler arasi ortak taksi de otobus gibi resmi sekilde duzenleniyor. on koltuk icin ayri arka koltuk icin ayri fiyat veriyorsunuz. ancak o  da ne. hesaplarda bir hata yapmisim. arkadasim dolarlari bozdurup kullanmam icin bana verdigi kendi bankamatigine yatiriyordu. paramin ne kadar kaldigina dair yaptigimiz son konusmada bir seyleri yanlis anlamis olmaliyim. para bittigi icin tebriz'e gidemeyebilirim. ancak arkadasim borc verebilecegini soyluyor. ben de takside rahat oturuyorum bunu duyunca. 

sehirlerarasi taksiden inip onumdeki parka yuruyorum. parktan bir kadina bir yeri soruyorum. ilgisiz. ama esini cagiriyor. esi yardimci olmaya calisiyor. bulmusken merak ettigim binalarin fotografini da gosteriyorum. nerede oldugundan emin degil. taksicilere soruyor. onlar da emin degil. polis merkezine benzer bir yer var oraya soruyor ve sehirden bir bucuk saat falan uzakta kirsalda oldugunu ogreniyorum. parayi da bitirdigim icin gitmeye cesaret edemiyorum. meshur alamut kalesi de kazvin'in biraz disinda. alamut icin birkac gun ayirmak gerektiginden planlarimdan cikarmistim. sonradan ogrendigime gore benim begendigim yapilar da alamut yolu uzerindeymis.

kazvin'de de bir cehel sutun var. once onu ziyaret edeyim diyorum. bahce kapisindan girip tam yuruyecekken bir asker yolumu kesiyor ve kapali diyor. bari bahceden fotosunu alayim diyorum izin vermiyor. ben de kapali carsiyi gezdikten sonra donerken sinsice yoldan cekiyorum fotoyu. carsiyi el yordamiyla bulayim istiyorum. baktim olmuyor bir taksi cevirip onunla gidiyorum. taksici insafli az mesafeye az para aliyor.  girisinde restore edilmis bir bolum var. sanirim kervansaraymis eskiden burasi.  carsiyi geziyorum ama pek ilgi cekici bir sey yok. cehel sutun'un karsisindaki parka oturup beni alacak kisiyi beklemeye basliyorum. ancak mihmandarim tahran'dan donuste trafikte kalmis. beni bir arkadasina aldiriyor ve annnesinin evine biraktiriyor. evde doktorken kaza gecirmis bir kardesi var ve yataga bagimli. o da tvden turk dizileri izliyor gun boyu. fransa'da egitim goren ve normalde beni karsilayacak arkadas saatler sonra gelebiliyor eve. yorgun oldugu icin de cok oturamadan uyuyoruz. sabah kahvaltidan sonra beni otogara birakmak istiyor ama gel gor ki tebriz'e kazvin'den otobus yokmus. otobandan bir otobus bulmak icin oraya gidiyoruz. sehirlerarasi yolcu tasiyan araclar bircok noktada kontrolden geciyor. burasi da oyle bir yer ve bekliyoruz. yarim saat sonra bir otobus buluyoruz ve beni yolcu ediyor.

kazvin'de carsinin yanindaki kervansaray


kervansarayin yanindaki cami

gizlice cekebildigim kazvin cehel sutun'u


ikindi gibi ulasiyorum tebriz'e. internetten buldugum otellleri geziyorum. bu esnada kurstan bir arkadasin da tebriz'e gelecegini ogreniyor ve onu ariyorum. yaninda iki kisi daha oldugunu soyleyen bu arkadasin da onceden ayarlanmis bir plani yok. sonra kapali carsiya cok yakin bir yerde musafirhane dedikleri ucuz bir otel buluyorum. paramin bitmis oldugunu hala kaniksayamadim. yoldaki arkadasi arayip buraya gelebileceklerini soyluyorum. hemen yerlesmek yerine onlari bekliyorum. gelince onlar da burada kalmaya karar veriyorlar. musafirhanenin sahibine yemek icin bir tavsiyesi olup olmadigini sormustum. soyledigi "el golu"ne gitmeye karar veriyoruz. once kapali carsiya bakiyoruz ama kapali. ben ve arkadasim otobuse biniyoruz, diger ikisi taksiyle gitmisler. otobus tahran'dan daha ucuz. "el golu" eski ismiyle sah golu(hala kullaniliyor) buyuk bir havuz. etrafta da restoranlar, birkac kafe, lunapark ve normal park bulunuyor. halk aksam buraya gezmeye geliyor. biz de bir korzo atip acik hava restoranina gidiyoruz. arkadasimin aldigi dovme kebap gercekten cok lezzetli ama ben meshur tebriz koftesi almak istiyorum. fakat kofte degisik baharatlarla yapilmis halde geliyor ve yiyemiyorum. ben de kebap aliyorum. hava diger sehirlerin aksine soguk ve gercekten usuyoruz. buradan yan taraftaki nargileciye geciyoruz. nargilenin yaninda baklava geliyor. iran'da bircok tatlici "istanbul baklavasi" yapmaya calisiyor ve bu yedigim en basarilisiydi. diger iki arkadas gitmek istediklerini soyluyor ve kalkiyoruz. yatmadan once arkadasima sabah haberlesiriz beni ara uyaninca diyorum. sabah burada bayramin ilk gunu. bayram namazini gidip izlesem mi diyorum ama vazgeciyorum. burada bayramlar bizimkisi gibi pek rituelli degil. insanlarin piknik icin kactiklari siradan bir hafta sonu gibi. iran'in senlikli kutladigi iki bayram varmis: nevruz ve seb-i yelda. uyanmama ragmen arkadasimin aramasini bekliyorum. odalarini da dikkat etmedigim icin gidemiyorum. herhalde cok yoruldular diyorum. derken neredeyse ogle oluyor. gidip kahvalti yapayim diyorum. arkadasimi aradigimda sabah erkenden sehir disinda bir yeri gezmeye gttiklerini soyluyor. gercekten cok cok bozuluyorum. yanindaki umursamaz arkadaslarina uyup beni ekmis. tekrar tekrar arayip ozur diliyor ama gunumun neredeyse yarisi gitmis durumda.

sehri gezeyim diye disari cikiyorum. once ali sah'in kalesi'ne gidiyorum. ancak kaldigim yerden harita edinemedigim icin biraz saskinim. burada tahran'dan gelmis bir aile goruyorum. onlar da geziyormus ama bircok yerin kapali oldugunu soyluyorlar. bana da bir harita hediye ediyorlar. haritaya bakinca tahran'daki arkadasimin tavsiye ettigi kandovan'i goruyor ve buraya gideyim diyorum. turist ofisi gibi bir yer var ve orada osku kasabasina gitmemi buradan arac bulacagimi soyluyorlar. oyle yapiyorum. minibuscu beni son duraga yakin bir yerde bir taksiciye birakiyor. taksi fiyati biraz fazla soyluyor ve binmek istemiyorum. atar yapiyorum ama baska bir sansim da pek yok. cok cok az bir indirim yapiyor mecburen kabul ediyorum. ancak taksiciyi seviyorum. normalde otobus soforlugu yapiyormus ama sanirim bayramda takside calismasi gerekmis. iran azericesi konusuyor ve bir sekilde anlasiyoruz. bana gectigimiz yerler hakkinda bilgi veriyor. kendi koyunden gecerken bir sey isteyip istemedigimi soruyor. yoldaki saticilardan kucuk bir karpuz alip yiyorum. parasini kabul etmiyorlar. kandovan'a varmadan oraya benzeyen bir dag yamaci varmis ve depremde harap olmus yillar once. taksici burayi gosteriyor bana. etraftaki ari kovanlari goruyor ve bal almak istiyorum. taksici ureticilerle konusuyor ve yarim kiloya zar zor ikna edip aliyoruz. kandovan'in girisinde buyuk bir arac kalabaligi var. cok kalmayacagim icin taksiciye 40 dakika falan beklerse onunla donebilecegimi soyluyorum. kabul ediyor. burasi bizim peri bacalarina benziyor. halk hala burada yasadigi icin soyle bir gezmek disinda yapilabilecek pek bir sey yok. yukari cikacak yol da bulunmuyor cunku evler var. asagilardan fotograf cekmeye calisirken cok genc bir cocuk takiliyor pesime. beraber fotograf cekinelim diye tutturuyor. hay allah istemiyorum. bakti ben yapmayacagim amcasini cagiriyor ve onun telefonundan fotograf cektirelim diye neredeyse yalvariyor. gitsin diye sonunda kabul ediyorum. amcasi, amcasinin oglu, bilmem ne akrabasiyla ve sonunda tabi ki kendisiyle fotografimi aliyor. bitince gitmiyor da. susmadigi icin dikkatimi etrafima veremiyorum. son care taksiciye gidiyorum. taksiye binecegimi gorunce sonunda gidiyor. kotu baslayan gun yine kotulesti. yine minibuse ulasiyorum. kalkmasi icin dolmasini bekliyoruz.

ali sah kalesi

kandovan yolunda depremin harap ettigi neredeyse izi kalmamis kaya sehirde saticilar

kandovan

kandovanli sakin ziyaretcilerden pek memnun degil galiba

tebriz'e donuyorum. bali musafirhaneye birakip kapali carsiya gidiyorum ama kapali. saat kulesinin oldugu belediye binasini gorup mescid-i kebud'a yurumeye basliyorum. yolda azerbaycan muzesi'ni goruyorum. arkasim muzeler kapali demisti ama bu acik. muzeyi geziyorum. mescid-i kebud muzeden gorunuyor. cikinca oraya yoneliyorum. mescidin bahcesi gayet hos. ancak namaz kilinan yer su an muzeye cevrilmis. bayram bayram mescidi sadece yabanci bileti ile gezebilirsiniz dediklerinde kizip cikiyorum. yolda bana erkeklerin "hello hello" diye laf atmasi tuhafima geliyor. tekrar el golu'ne gitmek istiyorum. donuste de sehriyar'in kabrinin de bulundugu makber-is-suara'ya ugrarim diyorum ama otobus bekle, kalkmasini bekle derken hava karariyor. donuste de vaktim olmuyor. taksici azericesiyle tebriz'in tek iyi yaninin havasi oldugunu soyleyip sikayet ediyor. ama otobus biletini bana pahaliya satmamalari icin kendisi aliyor ve kartini veriyor. yarim kalmis bir sekilde tebriz'den ayriliyorum.

saat kulesi ve belediye binasi

kapali carsi civar

mescid-i kebud

ve hos bahcesi

ve de kapisi

el golu'nde aksam


27 Ağustos 2013 Salı

5-tahran, siraz, isfahan

kursun yakininda bir sinema muzesi var. kurstakilerden bir grupla oraya gidiyorum. bazen cok tekrarlardan olussa da iran'da muze isini kotariyorlar. en alt katta kucuk bir odaya sinema duzenegi kurmuslar. birkac dakika eski bir filmlerini izleyebiliyorsunuz. muzenin binasi bir bahcenin icinde. iran'da hangi sehirde olursa olsun bahceler gercekten  guzeller. cogunda kafe de var. ancak ramazan nedeniyle gunduz hicbirisi acik degil. kantinimize ilk gunlere gore daha cok cesit gelmeye basladi. disaridayken bazen firin ve pastanelerden yiyecek sey ariyorum. ancak tum hamur isleri tatli. nasilsa bir firinda anadolu ketesine benzer bir sey gorup aliyorum. farsca kata dedikleri bir hamur isinin ermeni mutfagindan oldugunu soyluyor arkadasim. tahran'daki ermeni kiliseinin onunde kata icin meshur bir yerleri oldugunu da ekliyor. 


sinema muzesi 

bulabildigim tuzlu hamur isleri


bu hafta siraz'a gidecegiz. kursta turkiye'den gelen ve gecen hafta hemedan'i gezmis bir grup var. onlari benimle siraz'a gelmeye ikna ediyorum. sirazda gezecek yer cok oldugu icin bir grupla gitmek masraflari azaltabilir. o hafta sii inanciyla ilgili bir yas gunu oldugu icin bir gun ders yok. ertesi gun de gitmeyip hafta sonu ile birlestirerek dort gunluk bir tatil ayarliyoruz. benim planim ucungu gece isfahan'a geceip oradan tahran'a donmek.

grubumuzdaki arkadaslar indirim konusunda gercekten yetenekliler. otobus biletini bile fiyatini bayagi dusurerek almislar. yine jonoub(guney) terminalinden cikiyoruz yola. otobus siraz'a yaklastikca ahestelesiyor. sonunda ulasiyoruz. gruptan bir arkadas bir otel ismi ogrenmis oraya gidiyoruz. ancak otelde banyo ve alaturka tuvalet tek odada oldugu icin bir koku var ve ben burayi istemedigimi soyluyorum. etrafta baska otel bakmaya gidiyoruz. epey guzel bir kuveti olan jame jam oteli icin arkadaslar is basinda diger otelle ayni olana kadar fiyati indirtiyorlar ve yerlesiyoruz. 

resmi tatil oldugu icin bircok yer kapali ama en azindan hafiz'in kabrine gitsek diyoruz. resepsiyondaki hanim oranin da kapali oldugunu soyluyor. en azindan gezecek acik cami bulabiliriz diye yine de cikiyoruz. ozellikle erkek arkadaslar yurumeye pek hevesli degil taksi tutmak istiyorlar. biz parkta otururken tutuyorlar da. genel bir sehir turu yapmakve bir iki cami gezmek fikrindeler. kabulden baska care yok. once bir camiye gidiyoruz. aslinda yas gunu oldugu icin belki farkli bir rituel vardir diye camiye gitmeye hevesliyim. ancak buraya giriste kadinlardan cador dedikleri bir tur carsaf giyilmesi isteniyor. zaten her yerimiz kapali oldugu icin bu zorlama bana cok sacma geliyor. isteksizce almak zorunda kaliyorum ama ziyaret boyunca somurtuyorum. burasi zaten camiden ziyade bir imam turbesi. benim sus unsuru olarak sevmedigim abartili bir ayna dekorasyonu var. adini bile gicigina ogrenmek istemedigim bu ziyareti bitirip baska cami ve bahcelere bakiyoruz ama kapalilar. otele gidip aksam yemegine kadar dinlenmeye karar veriyoruz.

yemege haft khan isimli bir restorana gidiyoruz alt kat acik bufe ve uzaktan epey cesit var gibi gorunuyor ancak arkadaslar fiyati ogrenince hemencecik ust kattaki daha ortalama fiyatli kisma gecmek istiyor. burasi bile grubun yarisina pahali geliyor ve onlar disarida baska sey bakmaya gidiyorlar. biz oturuyoruz. servisi yavas olsa da guzel bir restoran. yemekten sonra tekrar birlesip kur'an kapisi'na dogru yuruyoruz. burasi eskiden sehre giris kapisiymis. kapi gecen yuzyilda yenilenmis. simdi ise halkin vakit gecirmesi icin guzelce duzenlenmis. haci kirmani'nin kabri de burada. biraz dolasip rastgele bir sokaga daliyoruz. forough isimli bir kafeyi seciyor gozlerimiz ve oturalim diyoruz. disaridan cok siradan duran kafeyi oldukca begeniyoruz. ertesi gun de buraya gelmek istedigimizde sirazlilarin da burayi cok sevdigini oturacak yer bulamamizdan anlayacagiz.

kur'an kapisi

sabah erkenden kalkiyoruz. otel kahvaltiya inenlerden hangi odada kaldiklarini sorup kaydediyor. ilk kez boyle bir sey goruyorum. bugun sehrin biraz disindaki pasargad, naks-i rustem ve persepolis(taht-i cemsid)'i gezecegiz. yesil renklilerinden bir minibus-taksi kiraliyoruz. pasargad'da kurus'(cyrus)un buyuk mezari karsiliyor bizi. normalde ucretsiz rehber masasi var ama rehber yok ortalarda. biz de kendimiz geziyoruz. mezarin sag tarafina dogru yuruyunce hukumdarin sarayindan gunumuze ulasmis kalintilari goruyoruz. yapilar genis bir alana dagitilmis anladigim kadariyla. aciklamalardaki isartelerden bir de kopru gozume carpiyor. bu iklimde ve toprakta bir nehir vardiysa bile zayiftir diye dusunuyor bir yatak falan goremiyorum. 

 kurus'un mezari

 balik ayakli koc tasakli tasvirler

 civi yazisi. ben ben ben sunun bunun oglu kurus yaziyordu.

kalintilar 

bu penceresiz evciklerin ne oldugunu anlamadim


pasargad'i geride birakip naks-i rustem'e ilerliyoruz. burasi kaya mezarlarinin oldugu bir yer. daryus(darius) da burada gomuluymus. giriste azeri bir memur var ve bize iranli degil yabanci bileti kesmek istiyor. ogrenci karti olan indirimci dostlarimin kabul etmesi mumkun degil. 20 dakika falan tartisiyorlar. adam iceride kamera kaydediyor size yabanci bileti kesmem lazim diye israr ediyor. kamera neyi kaydediyor anlamak guc. sonunda bizimkiler galip geliyor. fotolarimizi cekip efendi efendi ayriliyoruz.



naks-i rustem


yorulmus ve acikmis olmaliyiz. en azindan taksici boyle dusunuyor ve bize yol ustunde bir restoran oneriyor. ben patlicanli kiymali bir yemek aliyorum. persepolis de pasargad gibi sari bir corakligin ortasinda yukseliyor. hatta onun daha gelismisi diyebiliriz. galiba beklentim yuksek oldugu icin bekledigimi bulamiyorum. misir tapinaklari daha carpici gelmisti. persepolis'i buyuk iskender'in kiskancliktan daryus'un bu buyuk sarayini harap ettigi soyleniyor. belki bu harap olmusluk da yargimi etkilemistir. buna cok takilmadan kendimi taslardaki ayrintilara birakiyorum.

hava cok cok sicak. kalintilarin yanindaki kafeden belki su bulurum diye gidiyorum ama kapali. taa ucta   guvenlik gorevlilerinin orada bir su makinesi var. icerken ellerimi buz kesiyor suyun soguklugu. bakimdaki yerleri gezip hediye dukkanina geciyorum. "fara vahar"li bir anahtar asma seyi aliyorum. sutunlarin orayi gezip son fotograflarimi cekiyorum. 


Persepolis
yesiller sizi aldatmasin her gun sulanarak olusturulan bir alan

ust kisimda daga oyulmus mezar yeri

mezar yerinden ayrinti


iki basli yontu

yamali bohca

bu agaclar tum iran'da hala sembol olarak varlar

muhtemelen koruyucu

sutunlar ve anlamadigim su evcikler


otele dondugumuzde yine acikmis durumdayiz. otelin yemekleri iyi degil yemiyorum. arkadaslarimizdan ikisi isfahan'a gitmek icin ayriliyor. biz de disari cikiyoruz. bizimkiler yine dunku kafeye gitmek istiyorlar. kafenin karsisindaki dun kapali kapinin ardini merka ediyorlar. bugun orasi gercekten acik. ziyaret kismi kapatilmis ama bahceye girmek mumkun. kafesi ve restorani da var. kafe otantik ama klima olmadigi icin oturmak pek mumkun degil. ama bahce oyle serin ki. siraz'in en guzel yani bahceleri olsa gerek. yine bizim forough kafe'de vakit gecirip otele donuyoruz.

bugun siraz'i gezecegiz. tembel arkadaslarim yine taksi tutmak istiyorlar. ilk kerim han'in kalesine gidiyoruz. kerim han zend hanedaninin kurucusu ve siraz'i baskent yapmis. iran'i islam'in gelisinden beri uzun sure farslar yonetmemis. zendler dogrudan fars olmasa da en azindan turk degil ve iran tarihinde farslar acisindan ozel bir yerleri var. tahran'da bile devrimden sonra bircok sokak ismi degistirilirken zendlere ait isimler aynen birakilmis. biraz suslu bir kale burasi. savunmadan ziyade yonetme amacli yapilmisa benziyor. 





kerim han'in kalesi


kalenin suslemeleri restore ediliyor.

sonunda siraz'da en cok merak ettigim yer olan hafiz'in kabrine sira geliyor. kapida kuslara hafiz fali ceken amca zorla bir tane hediyor ediyor bana. kabrin bahcesi turlu ciceklerle dolu. ben turbede cilginca hafiz fali bakan insan bulmayi hayal ediyorum. ama herkes uslu uslu ziyaretini yapiyor. sanirim fallar ulu orta degil de bir kosede cekiliyormus. arkadaslar fotograflarini ceker cekmez hadi gidelim demeye basliyorlar. oysa ben hediyelik satan yerlere bile adam akilli bakamiyorum. kalbim bu bahcede kalarak buradan ayriliyoruz.

"ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde,
gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
ve serin selviler altında yatan kabrinde,
her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter."



falci amca

arkadasimin tombik parmaklari ve falim

hafiz-i sirazi'nin kabri

kubbeden ayrinti

siraz'in diger unlu ismi sadi'nin kabrine gidiyoruz. sadi beni hafiz kadar etkilemiyor ama kocaman bahcesindeki hafiz'a da selam ediyorum.

sadi'nin kabri

internetteki fotograflarindan bile etkilendigimiz irem bahcesi(bag-i irem)ne geciyoruz. ilhanlilar doneminden kalma yapiya selcuklular da bayagi ilavede bulunmus. havuzun rengi nedeniyle bahcedeki bina cok hos gorunuyor. siraz universitesi burayi botanik bahcesine donusturmus. cimlere uzanip biraz dinleniyoruz.


irem bahcesi

apacik bir alandan siraz'in kapali carsisina yani bazar-i vekil'e gidecegiz simdi. aslinda carsi kerim han'in kalesine cok yakin. kerim han kendisini halkin vekili diye isimlendirmis bu vekiller oradan geliyor. pazara girmeden vekil hamami'ni goruyor ve ziyaret etmek istiyoruz. hamamin icinde balmumundan heykellerler eski devirlerin hamam sefasini sergilemisler. ben oradan vekil camiine de gidiyorum ve carsiya dagilip giriyoruz. vekil camii de kale gibi hayli suslu.


vekil hamami

 vekil camii

giristeki mukarnaslar

 bazar-i vekil

baharatlariyla mutlu satici


fotograflarima gore narencistan-i gavam bahcesine de gitmisiz. sanirim ac oldugum icin kotu fotograflamisim o yuzden koymuyorum. pazardan sorarak acik bir restoran bulduk. pek secenek olmadigi icin tavuk kebap aldim. yarisini yiyemedim zaten. arkadaslar yemekten sonra fars tarih muzesini de gezip tahran'a donmek uzere benden ayrildilar. ben de mutadim uzere nargile kafe aramaya ciktim. sirazli bir gencin tarif ettigi yere gittim. ancak orasi bir muzeymis. yakinlarda bir kafe tarif ettiler. kafe kucuk avm tarzi bir seyin son katindaydi. pazar ramazan nedniyle belli bir saate kadar buyuk oranda kapali oldugu icin orayi gezmeyi ertelemistim. hafiz'in kabri de aksam cay icmek icin beni bekliyordu. sonrasinda da otobuse atlar isfahan yoluna duserim diyordum. bunlari dusunerek nargilemi hopurdetiyordum. kafede bir piyanist santor dunyadan muzikler caliyordu. kalkayim diye dusunurken genc santorden googoosh'un bir sarkisini calmasini istedim. ayip olmasin diye sonraki bir kac sarkiyi da bekledim. artik havasizliktan mi nedir biraz basim donmeye basladi ve dizlerimin gucunun cekildigini hissettim. tahran'da da arabadayken bir kez boyle olmustu. gecer, gecmeli diyerek kalkip hesabi odedim ve merdivenleri inerken hoooop bayildim. orada bir beyle hanim varmis hemen yanima geldiler. kafenin sahibi de geldi. farsca havadan oldu havadan diye onlara anlatmaya calistim. sekerli su getirdiler. zaten sonra da seker cikolata ne bulurlarsa verdiler elime. oysa tansiyonum nedeniyle tuza ihtiyacim olsa gerekti. dustugum yerdeki berber dukkaninin klimasi iyi calistigi icin oraya gecip oturdum. hala gitmek istesem de dermanim yoktu. bir saat kadar oturdum. sonrasinda da yavas yavas yuruyerek carsiya soyle bir bakip ciktim. hafiz'in kabri'ne gitmekten de vazgecip dogrudan otogara gittim. gece yolda da kusunca besin zehirlenmesi diye dusunmeye basladim tavuklari sevmemistim zaten. halsiz bir sekilde daha sabah ezani okunmadan isfahan'a ulastim ve otogar kapaliydi. disarida acik bir sandvicci bulup zehirlendiyse iyi gelir diye yogurt sordum olmayinca ayran aldim. ezan okununca otogari actilar birden aklima mescide gidip uzanabilecegim geldi. oyle de yaptim. ancak bir saat falan sonra otogar gorevlisi mescidi kapaticam hadi cikin diye geldi. goruldugu uzere soyle oldu boyle oldulu bir aksam ve gece gecirmistim.

sabah kalmadigim abbasi otel'de kahvalti yaptim. gecen sefer gezemedigim yerleri gezeyim diye yola koyuldum. ilk sirada hest behest vardi. ancak orasi onarimdaymis. henuz pazar da acilmamisti. parka gezinmeye basladim. ancak dunden kalma halsizligim devam ediyordu. bari bir kose bulayim da uzanayim diye dusndum fakat her yere erkekler uzanmisti. yalniz bir kadinin uzanmasini simdi sorun yaparlar diye bir kuytu aranmaya devam ettim. arkamdam kediymisim biri pisss pisssss diye biri laf atiyordu. iyice sinirlendim. sonra bir genc klasik neredensiniz sorusuyla konusmaya basladi. laf atan o muydu emin olamadim ve ben de konusmaya basladim. sadece farsca bildigi icin ben de pratik yapayim bari dedim. bugun naks-i cihan meydaninda israil'e karsi bir gosteri varmis. istersen oraya gidebiliriz dedi. motorsikleti varmis onunla gittik. rejim destekcisi buyuk bir kitle meydandaydi. bana en ilginc gelen yani insanlarin uzerine gul suyu sikan arac oldu.




hest behest'in icinde oldugu park

ali kapu'nun orada israil lanetleniyor

yine de cocuklarin kendi gundemi var


genc evde isim var diyerek beni tekrar parka birakti. ben de kuytu arama isime dondum. baktim bulamayacagim bir kadin grubunun oldugu tarafta calilarin oraya kivriliverdim. uykumda gruptaki kadinin sesiyle uyandim. turk oldugumu ogrenince hurrem hurrem diye kollarini acti. evet yine bir bolumunu bile izlemedigim turk dizisi nedeniyle havadan bir sempati kapmistim. kadin yorgun gorundugumu anladigi icin beni evine davet etti. yolda dedigine gore evden kacan bir iranli oldugumu dusunmus yatarken gorunce. istanbul'a gelme planlari yapiyordu bosanmis konukseverim. hatta mumkunse orada evlenme. evde pazarin acilma saatine kadar bir seyler falan icip yorgunlugumu attim. konkur dedikleri universite sinavina girmis oglunu bana eslik etmesi icin yanimda gonderdi. cocuk soyledigine gore tiyatroda isfahan'in en iyisiymis ancak ekmek parasi icin mimar olmayi planliyordu. ama iran'da da turkiyedeki gibi sinav sistemi habire degisiyormus bu yuzden cocuk kaygiliydi. bir de tum iran gezim boyunca gordugum en hos ve kibar erkek kendisiydi. bana annesinin tavsiyesi uzerine eski bir isfahan sokagini gezdirdi. sokak yezd sokaklari tarzindaydi. alisverisimde ve aksam yemegimde eslik etti. tahran otobusune binene dek de beni birakmadi.



eski isfan civari. 


detay



eskiden kapilarda iki farkli tokmak varmis. nima anlatiyor.