23 Eylül 2014 Salı

Almanya, Speyer

    Buradaki okulun lisansüstü öğrencileri için düzenlediği geziler var. Normalde yalnız gezmeyi severim ama neden bu tarz gezilere katılmayayım diye düşündüm. İlk gezi Speyer'e. Almanlar Şpeyea diyorlar. Hava durumu yağmurlu gösteriyor gezeceğimiz günü. Pazar sabahı dokuzda grupla buluşuyorum. Tren 9:13'te. Almanya'da böyle küsurlu saatler normal ve gerçekten belirtilen saatte gelip kalkiyor toplu taşıma araçları. Heidelberg'den Speyer'e S-Bahn yani hızlı olmayan bizim banliyöler gibi bir trenle 45 dakikada gidiliyor. Trenden inip merkeze ulaşmak 15 dakika civarı. Gruba rehberlik edecek beyaz Niçe bıyıklı amcayla saat kulesinin önünde buluşuyoruz. Bunca senedir kendi imkanlarım dahilinde gezerim ama galiba ilk kez resmen iyi bir rehberi dinleyeceğim. Rehber amca önce şehir hakkında birkaç önemli bilgi veriyor. Roma burada bir sınır garnizonu kurmuş (bölgenin tarihi çok daha eski ama o kısımlara ayrıntılı değinmiyor) ve Ren nehrinin diğer yakasındaki bir boyu istihbarat için kullanmış. 11. yüzyılda Kutsal Roma Cermen imparatorluğu döneminde II. Konrad gücünün simgesi olarak buraya büyük bir katedral yaptırmak istediğinde şehrin nüfusu da artmaya başlamış. Şehrin o dönemdeki sınırlarından birisi önünde durduğumuz saat kulesiymiş. Kulenin görünüşünden üç farklı dönemde elden geçtiği anlaşılıyor. Rehber bize ilk halinin bir çizimini gösteriyor ki bu yüksek olmayan kuleden hemen orta çağ havası alabiliyorsunuz. Kulenin duvarında iki saat var. Birisi sadece saati gösteriyor. Rehberin dediğine göre eskiden insanlar için dakikanın pek de önemi yokmuş. Ne zaman ki kasabadan tren geçmiş insanlar dakikaların onemini fark etmiş ve aşağıya bir de dakikayı gösteren saat eklemişler. Rehberimiz tez canlı olduğundan ona yetişmek içim kuleyi öylesine çekebiliyorum.

                       Saat Kulesi                         

Henüz masalarını caddeye doğru atmaya başlayan kafelerin arasından geçip Dreifaltigkeitskirche'ye, şehrin en eski protestan kilisesine gidiyoruz. Yolda rehber belediye başkanının önceden kullandığı binayı gösteriyor. Barok tarzındaymış ama zamanla burası küçük geldiği için sigorta şirketinin büyük binasına geçmiş. Bir sigorta binası o dönemde niye o kadar büyük olur anlamadan ilerliyorum. Şehirde ünlü büyük katedral dışında bu protestan kilisesinden başka kiliseler de var ama rehberin burayı seçmesinin bir nedeni olmalı. O nedeni söylememekle birlikte kilisedeki ilginçlikleri söylüyor. Normalde kilise organları arkada(yani giriş kapısının o tarafta) olurken burada ön kısımdaymış. Tepede dini bir takım tasvirler var. Rehber espri yapmaya çalışıyor. Eğer Adem-Havva Çinli olsa cennetten çıkmazmışız. Niye? Çünkü yılanı yerlermiş. Kiliseye gelenlerin oturduğu yerdeki ilk beş sıra da değişik. Normalde oturulan yer tek taraflı iken bunlarda bir tane de karşıda sıra var. Söyelenen göre rahip camilerdeki mimber gibi bir yere çıkıp vaaz verdiğinde başlarını çevirip boyunları tutulmasın diye diğer sıraya geçiyormuş o bölümde oturan dinleyiciler. Çünkü vaaz yeri sıraların biraz ortasına denk geliyor. Kilisenin dışına çıktığımızda yapının barok olduğunu görüyoruz. Ancak bu kilise Fransızlar tarafından 18. yüzyılda şehrin yıkılmasından sonra önceki kilisenin yerine yapılmış. Kilise çan olarak da önceki kilisenin ayakta kalmış çan kulesini kullanıyor. Kule biraz uzakta ama bunu pek umursamıyorlar. Gruptan neden yeni kilise çanın yanına yapılmamış diye soru geliyor. Nedeni kulenin çevresinin diğer bölümler yıkılınca bir dönem hastane olarak kullanılması yeni kilisenin bitimine doğru paraları olmadığı için o kuleyi kullanmaya karar vermeleriymiş. Rehber kilisenin kapısının üstündeki katedralli kitabeyi gösterip protestan kilisesinde katolik katedrali ne alaka dediniz değil mi diyor. Nedeni şehir idari yapılanmaya gidince simge olarak katedrali seçmesiymiş.


                                                Teslis Kilisesi ve çiftçinin sunum anlayışı

Ve şehrin en bilinen yapısı Sepeyer katedraline ilerliyoruz. Katedralin şehre bakan bölümünün yenilendiği hemen belli oluyor. Ancak yaklaşık 950 yıllık yapının yenilenen ve değişen kısmı tek orası değil. II. Konrad katedralin yapımını istemesine rağmen bitişini ne o ne de oğlu göremiyorlar. Ancak ikisi de kilisenin zeminine gömülüyorlar. İlk yapı saat kulesinin ilk hali gibi tam bir ortaçağ izlenimi veriyor. Kilisenin açılışına çocuk imparator olarak iştirak eden torun daha sonra kilisenin üst kısımlarına galeriler ekletiyor ve genişletiyor. Kilise günümüzde bile romanesk tarzın en büyük yapısıymış. Kilisenin ilk zamanlardan kalan kısmındaki doldurulmuş niş gibi görünen kısımlara dair rehberin açıklaması benim de yıllardır kafamdaki soruyu çözdü. Aslında çok basit. Doldurulmuş pencere gibi görünen o yapılar henüz acemi olan taş ustası adaylarının nasıl niş yapacağını öğrendikleri denemelermiş. Yapının bazı pencereleri süslü. Rehberin söylediğine göre süs kısımlarını İtalya'dan gelen ustalar yapmış olmalıymış. Normalde kilisenin çevresinde manastır gibi ek yapılar da varmış ama Fransızlar onları da yıkmış. Sadece o kompleksten bir heykel anıtı bırakmışlar. Kilisenin hemen arka kısmında ufak bir iki başlı kulecik kalıntısı var. Burası da şehrin diğer ucuymuş eskiden. İki başlı olmasının nedeni ise tek kişinin geçebileceği darlıktaki iç merdivenler nedeniyle acil durumlarda birini iniş birini çıkış diye kullanılması diye tahmin ediliyormuş. Kilisenin duvarlarında bir de orta çağ el yazması kitaplarındaki adamlar ve hayvanlara benzeyen bir kabartma var. Muhtemelen Tevrat'tan esinlenen bir Alman ustanın kaba işlemesi. Rehber pencerelerin bu tarafta 12 olan sayısıyla ilgili de mistik açıklamalar veriyor. Sonra ise 1689'da Fransızların şehri yakması kısmına geçiliyor. Şehri yakma emrini vermekle görevli komutan şehir halkına katedrale dokunmayacağını eşyalarını oraya götürebileceklerini söylemiş. Halk da mobilyalarını yüklenip buraya doluşmuş. Ancak şanssızlık eseri şehir ateşe verilince ortaya çıkan fırtına alevleri katedralin çatısına sıçratmış. Halkın mobilyası yandığı gibi çatı da çökmüş. Rehber katedralin içine girmiyor ama önündeki taştan tasla ilgili bir açıklama yapıyor. Onun tabiriyle orta çağın haydutları olan rahipler bilindiği gibi imparatorluklardan önce şehirlerin ekonomik ve idari de yöneticisiydiler. Katedraldeki konutunda yaşayan baş rahip vergilerini şarap olarak almaktaymış. Yalnız yeni hasattan sonra gelen şaraplara yer bulamamak gibi bir sorun da yaşıyormuş. Bunun üzerine şehirde yılın belirli dönemlerinde şarap satıcılarının satış yapmasını yasaklayıp sadece kendisinden alınmasını istemiş. Halk da bu duruma illallah diyormuş tabi. Dini sınıf şehirdeki yönetim hakkını kaybedip kendi ruhani alanına çekilmek zorunda kalınca halk da yeni atanan baş rahibin göreve başlamadan önce katedralin önündeki büyük tası şarapla doldurup bedava dağıtmasını istemiş. Bu gelenek hala devam ediyormuş. Sadece hijyenik nedenlerle içeriye taş tasın büyüklüğünde başka bir kap konuyormuş.

                                                              Speyer Katedrali

Rehberle son durağımız eski Yahudi bölgesi. Rehberin dediğine göre haydut olduğu gibi çakal da olan rahipler burada bir Yahudi yerleşiminin ilk adımını atmış. Çünkü katedralin bitmesi için paraya ihtiyaç duyuluyormuş. Taşların uzaktan geldiği için onun masrafı bile çokmuş. O dönem zengin olan Yahudileri buraya davet edip bazı ayrıcalıklar vermiş. İbadethane, yerleşim, özel mahkeme gibi avantajlar dışında koruma için de ekstra vergi almış Yahudilerden. Fransızların şehri yakınca Yahudi bölgesi de yerle bir olmuş. Sinagogun bazı duvarlarından kalıntılar var. Sinagog ilk önce erkekler için yapılmış ama sonra yanına kadınlar için de bir bölüm eklenmiş. Küçük pencerelerden kadınlar da ibadeti dinleyebilir olmuşlar. Sinagogun hemen yanındaki mikveye geçiyoruz. Doğrusu benim mikve denen şeyden haberim de yok. Öğrenmek ilginç oldu. Rehber öncesinde Speyer halkının Yahudilere uyguladığı pogromlardan bahsetti. Baş rahibin davetinden birkaç yıl sonra bile pogromda Yahudiler öldürülmüş. Şehirdeki ortalama bir yahudi ortalama bir hristiyana göre daha iyi giyimli (yani zengin) ve daha temiz olduğu için kıskançlık da pogromun diğer nedenlerini etkiliyormuş. Hristiyanlar neden bulmakta da çok zorlanmıyorlarmış. Suyumuza zehir katıyorlar. Katmadığını nasıl ispat edeceksin ki? Ya da kara veba onlardan daha hijyenik olmasına rağmen yahudilerin üstüne atılıyormuş. Rehber özeleştiri verip pogrumcu sadece Hitler değildi tüm bunlar oldu diyor. Mikveye merdivenlerle iniliyor ve mikve sırası beklemek için küçük oturulacak yerler var. En aşağıda bir de soyunma odası var. Kadınlar ve erkekler ayrı günlerde geliyormuş. Mikve ritüeli arınmak isteyen Yahudiler içinmiş. Orta çağ gibi bir dönemde haftada birden fazla geliniyormuş buraya. Biraz bizim gusüle benzeyen nedenlerle de geliniyormuş ama amaç yıkanmak değil öncesinde dışarıda iyice yıkanıp temizlendikten sonra suya dalıp arınmakmış. Kadın erkek herkes girmek zorunda olduğu için hijyene dikkat ediyorlarmış. Mikve'nin suyu da herhangi bir su olamıyormuş kaynak suyu gibi özel kategorileri varmış. Bir de sadece insan için değil başka şeyleri de arındırabiliyormuşsunuz. Yahudisiniz ve mutfakta yanlışlıkla et ürünü için kullandığınız kaba süt ürünü mü koydunuz? O kabı atmanız gerekiyor galiba. Ama bir dakika, kabı iyice temizleyip mikveye daldırırsanız tekrar kullanabilirsiniz. Hadi yırttınız. Mikvenin suyu da pek sıcak sayılmaz çünkü kaynaktan gelen suya ısıtma işlemi olmadan kışın da girmek zorundasınız. Biraz zor değil mi?

Rehberle mikveden sonra ayrılıyoruz. Gezi boyunca benimle konuşan Çek bir arkadaş var tren saatine kadar onunla takılalım diyoruz. Ben önce katedralin içini de görmek istiyorum ama pek etkileyici bulduğumu söyleyemem. Ben alt kattaki kral mezarlarına bakmak istiyorum ama arkaşım gönülsüz. Ben bilet alıp hemencecik geziyorum ama arkadaşımı dışarıda bulamıyorum. Biraz arayıp vazgeçiyorum ve şehrin meydanına kurulan pazara dalıyorum. İlgimi en çok çekenler değişik değişik kabaklar ve enginarları çiçek gibi alıp götüren kadınlar, patetesten ve biberden küçük çelenkler oluyor. Bir de burada insanlar pazar kurulunca pazarda yemek yemeye geliyorlar. Yeni yapılmış şaraplar, sosisler falan bunlar için ayak üstü masalar var. Pazarda arkadaşımı buluyorum bana haber vermeden ayrılmış, beni yanlış anlamış. Bari gidiyorum de değil mi? Özür diliyor ve onunla devam ediyorum. Ren nehrinin yakın olduğunu söylüyor ben de merak ediyorum ve bakmaya gidiyoruz. Ren Neckar'dan daha temiz bir nehir. Nehrin kenarında bir kafeye oturuyoruz ama vaktimiz azaldığı için ben kahvemi bile alamıyorum. Hava durumu tahmini de kendini doğruluyor ve çılgınca yağmur başlıyor. Trene yetişelim diye acele ediyoruz ve şemsiyeye rağmen donuma kadar ıslanıyorum. Üstelik tam vaktinde gelen o tren arıza yapıyo bir de öyle bekliyoruz. 


Ren nehrine giderken evler